Derler ki,
insan vucunda iki kontrol merkezi vardır. Bunlardan ilki beynimiz, diğeri ise “ikinci beyin” denilen sindirim sistemimizdir. Her iki sistemde meydana gelen değişiklik, insanın duygularını, haleti ruhiyesini, kısaca yaşam kalitesini doğrudan etkiler. Bu iki sisteme ihtiyacı olan kaliteli besinleri sunduğunuzda, mutlu, huzurlu ve kaliteli bir hayat sürebilirsiniz. Ama her iki sisteme de ihtiyacı olan beslenme şeklini sunmazsanız, kalitesi düşük bir yaşam sizi bekliyor demektir.
Modern dünya 19.yüzyıldan sonra, Güneş saati ile yaşamayı kendine bir hayat tarzı haline getirdi. Hayatındaki tüm döngüleri, bir Güneş çevrimi kadar kısa ve hızlı olan modern toplum, beslenme ve düşünme alışkanlıklarını da bu hızlı yaşama uyarladı. Böylece ortaya, hızlı yiyen (fast food) ve hızlı düşünen (fast think) bir toplum çıktı.
Modern toplumun hızlı tüketimini karşılamak için, önce besinlerin doğası ile oynadık. İsmine GDO’lu gıda dediğimiz “Genetiği değiştirilmiş organizma” lar ile insan vucudundaki kontrol merkezlerinden biri olan sindirim sistemimizi, işlemez hale getirdik. Gıdanın fıtratı ile oynadık ve bu bize “OBEZİTE” dediğimiz hastalık olarak geri döndü. Çok ilginç bir şekilde, bugün açlık ile mücadele etmemiz gerekirken, tokluk ile mücadele veriyorız.
Fakat başına gelen bunca musibete rağmen, yaratılışın doğası ile oynamayı kendine meslek edinen insanlık, kendi kurduğu dijital bilgi dünyasında, bugün benzer bir problem ile karşı karşıya. Genetiği ile oynanmış besinler sayesinde, işlevini yitirmiş sindirim sisteminden sonra, dijital dünyadan boca edilen, genetiği ile oynanmış bilgi yüzünden, beynimiz de “Beyin obezitesi” dediğimiz yeni bir hastalık ile karşı karşıya.
Peki, nedir beyin obezitesi?
Dijital dünyanın ve “bilgi toplumu“ dediğimiz yeni insan modelinin, her türlü medya kanalından sürekli olarak bilgi bombardımanına tutularak, beyin’in asıl fonksiyonu olan, kaliteli sonuç üretme ve öngörü oluşturma yeteneğini kaybetmesi. Bir başka ifade ile insanın, kendine sunulan sınırsız bilgi uzayında, neyi aradığını ya da neye ihtiyacı olduğunu bilmeden amaçsızca dolaşması.
Montaigne “Denemeler” kitabında, “Aylak ruhlar”dan bahsederken şöyle bir ifade kullanılır; Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder. Çünkü her yerde olmak, aslında hiçbir yerde olmamaktır. Aslında bu tesbit, sonu gelmeyen sosyal medya sayfalarını, aşağıdan yukarıya doğru amaçsızca sürüklerken geçirdiğimiz saatleri, çok güzel özetliyor.
İçine düştüğümüz bu durum, insanın içinden çıkamayacağı bir problem değil. Yeter ki insana bahşedilmiş en büyük nimet olan, “seçme” yetisini gereği gibi kullanabilsin.
Beslenme alışkanlarımızı düzenlerken seçici olmak yani bedenimiz için seçtiğimiz şeyin “Gurme” si olmak zorundayız. Sadece yediğimizin değil, aynı zamanda öğrendiğimizin de “Gurme” si olmalıyız. Midemize girenler kadar, beynimize girenler içinde aynı özeni göstermeliyiz. Bize sunulan ya da boca edilen bilginin değil, ihtiyacımız olan bilginin peşinden gitmeliyiz.
Velhasılıkelam, dijital dünyanın aylak ruhları olmak istemiyorsak, hem gıdanın hem de bilginin “Gurme” si olmak zorundayız.
Ömür, kaybedildiğinde geri kazanılamayacak tek sermayedir.
İlhan Köseoğlu
Selam ile...
Comments